Kızıl Bayrak'tan...
Amerikancı sermaye iktidarı yaşamın her alanındaki gerici ablukayı şıklaştırmak için tüm gücüyle harekete geçmiş bulunuyor.
Gerici-faşist rejim, bir taraftan başta Suriye olmak üzere bölge halklarına yönelik emperyalist merkezlerin çıkarları uğruna tetikçilik yaparken öte taraftan içerde, başta Kürt halkı ve hareketi olmak üzere, ilerici ve sol güçleri, işçi ve emekçileri hedefleyen politikaları hayata geçirmek için pervasızca saldırıyor. Bu saldırılar bugün çok yönlü olarak sürdürülmektedir.
Kürt hareketinin 14 Temmuz günü Diyarbakır’da gerçekleştirmek istediği mitingin yasaklanması, ardından da mitingi gerçekleştirmek isteyen kitleye yönelik uygulanan yoğun devlet terörü, bu saldırının en çıplak biçimini gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Sermaye iktidarı kendi yasa ve hukukunu hiçe sayarak hem bir hakkın kullanılmasının önüne geçmekte hem de bu hakkı kullanmak için harekete geçen kitleye saldırarak devlet terörü uygulamaktadır. Aynı zorbalık, gözaltına alınanların tutuklanmasıyla sürmektedir. Böylece baskı ve zorbalıkla Kürt halkının direnme kararlılığı ve kazanma iradesi kırılmaya çalışılmaktadır.
Açık ki düzenin “Kürt açılımı” tümüyle iflas etmiş bulunuyor. Kürt hareketinin düzenle uzlaşma ve böylece Kürt sorununu çözme yönündeki beklentilerinin sonuçsuzluğu son gelişmelerle açığa çıkmış bulunuyor. Bu yönlü çabaların hiçbir geleceği yoktur. Kürt halkında yaratılmak istenen “çözüm” beklentisinin zemini giderek kaybolmaktadır. Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talebinin gerçek zemini tüm işçi ve emekçilerin ortak mücadelesi ve sınıf birliğinden geçmektedir. Bu zemin devrimci bir temelde inşaa edilmedikçe Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talebinin gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır.
Sermaye iktidarının saldırılarının bir başka yönü ise işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına yöneliktir. Grev hakkının yasaklanması, kıdem tazminatının gaspına yönelik hazırlıkların hızlandırılması, hak arama mücadelesinin devletin zor aygıtları harekete geçirilerek ezilmek istenmesi, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin fiilen çoğaltılması, çalışma koşullarının ağırlaştırılması, iş cinayetlerinin tırmanması... Bu saldırılar tablosunun vardığı boyutları göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Saldırıların bir başka hedefi ise devrimci ve ilerici sol güçlerdir. Devrimci siyasal faaliyete yönelik saldırganlıkta hiçbir sınır tanınmamaktadır. Devrimci faaliyetin her alanı saldırı altındadır. Devrimci faaliyetin her zemini “terörle mücadele” kapsamında açık bir saldırının hedefi durumundadır. Her türlü gösteri, etkinlik, toplantı ve protesto eylemi “terör eylemi” olarak nitelendirilmekte ve yüzlerce kişi bu nedenle gözaltına alınarak tutuklanmaktadır.
Kuşkusuz sermaye iktidarının bu saldırıları alttan alta bir öfke ve hoşnutsuzluk biriktirmekte, mücadele isteğini ve arayışını hızlandırmaktadır. Sınıf devrimcileri biriken bu öfke ve tepkiyi açığa çıkaracak devrimci bir sınıf faaliyetini çok yönlü örgütlemek ve sermaye iktidarına karşısına bir devrimci mücadele odağı olarak dikmek için seferber olmalıdırlar. |